Bayramlar sadece bir geleneğin değil, bir toplumun vicdanının göstergesidir. İnsanların bir araya geldiği, kırgınlıkların geride bırakıldığı, eşitliğin ve hoşgörünün yeniden hatırlandığı anlardır. Bayram, adaletin gündelik kaygıların önüne geçtiği, dayanışmanın en saf haliyle yaşandığı zamandır. Ancak Türkiye’de artık bayramlar bile eksik ve buruk yaşanıyor. Çünkü bu ülkede uzun zamandır adalet tutuklu; vicdan gözaltında, gelecek ise susturulmuş durumda.
Bugün Türkiye’de genç olmak, yalnızca genç olmak değil; aynı zamanda risk almak, hedef gösterilmek ve cezalandırılmak anlamına geliyor. Gezi, Boğaziçi, Kobane davası ve son olarak Saraçhane protestoları, devletin en sert reflekslerinin gençliğe yöneldiğini bir kez daha gösterdi. Çünkü gençlik yalnızca ses çıkarmıyor; değiştirme gücünü de taşıyor. İktidarın asıl korkusu da bu.
Saraçhane’deki protestolarda reşit olmuş çocuklar gözaltına alındı, kötü muamele gördü, darp edildi. Kimisi tutuklandı, kimisi ailesinden uzaklaştırıldı. Oysa yöneltilen suçlamalarda şiddet yoktu. Sadece fikirlerini dile getirmişlerdi. Karşılarında hukuk değil, bastırmaya ayarlanmış bir devlet mekanizması buldular.
Cumhurbaşkanlığı hukuk danışmanı Mehmet Uçum’un, protestolarda kullanılan yaratıcı sembolleri — örümcek adam kostümü gibi — “organize operasyon” olarak nitelemesi, yalnızca mesnetsiz değil; gençliği anlamaktan ne kadar uzaklaşıldığının da kanıtı. O semboller bir provokasyon değil, çağdaş sivil direnişin ta kendisiydi. Bu gençlik, mizahı silaha dönüştürerek direniyor. Ciddiyete karşı gülümseyerek cevap veriyor.
Mehmet Uçum gibi geçmişte sokaktan gelen, sol geleneğe aşina isimlerin bugün sistem diliyle konuşması ise başlı başına bir trajedi. Bir zamanlar halkın yanında olanların, bugün halkın çocuklarını itibarsızlaştırması; politik değil, ahlaki bir kırılmadır. Bu yalnızca gençliğe değil, kendi geçmişine de yabancılaşmadır.
Gezi’deki forumlar, Boğaziçi’nde kayyum direnişi, Kobane’ye uzanan dayanışma ve Saraçhane’deki yaratıcı protesto… Tüm bunlar, rastlantı değil; bir kuşağın kolektif bilinciyle örülmüş mücadele hattıdır. Bu gençlik yalnızca “böyle olmasın” demiyor; “başka bir Türkiye mümkün” diyerek umut kuruyor. Ve o hayal, her şeye rağmen canlı.
Bayramlar da bu hayalin taşıyıcısıdır. Herkesin eşitlendiği, aynı sofrada buluşabildiği zamanlardır. Ama artık o sofralar eksik. Çünkü orada olması gereken gençler cezaevlerinde. Anneleri evde dua ediyor, babaları kapılarda bekliyor. Ve biz bu ülkenin en yaratıcı, en vicdanlı çocuklarını susturdukça, aslında kendi bayramlarımızı da karartıyoruz.
Ama baskı yalnızca bastırmaz; aynı zamanda bilinç üretir. Her cop darbesi, her tutuklama, bu ülkenin yeni bir siyasal tahayyüle ne kadar ihtiyaç duyduğunu bir kez daha gösteriyor. Katılımcı demokrasi bir lüks değil; bu toplumun nefes borusudur. Gençliğin mizahı, zekâsı ve sözü bu ülkenin en temiz oksijenidir. O oksijeni kesmeye çalışmak, sadece bugünü değil, geleceği de boğmaktır.
Ama bu gençlik susmaz. Çünkü yalnızca karşı çıkmayı değil, kurmayı da bilir.
Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi: “İnsan özünü bildikçe Rabb’ini bilir.”
Bu toprakların kaybettiği şey de budur: İnsan, özünü yitirdi. Vicdanını unuttu. Adaletle, merhametle, sorumlulukla olan bağını kopardı.
Ülkemizde adaletin yeniden tesis edildiği, merhametin ve vicdanın öne çıktığı bayramlarda buluşmak umuduyla…
O çocuklar içerideyken, benim için bayramın bir anlamı yok.