Gerek günlük yaşamımızda gerekse siyasette anlatacak hikayeniz yoksa bilin ki yapabileceğiniz bir şey de yok demektir.
Aksi halde anlattıklarınıza kimse inanmadığı gibi zamanla söylediklerinizi dinleyecek kimse de kalmayacaktır.
Şu an itibariyle mevcut AK Parti iktidarının durumu tam da budur.
Uzunca bir zaman kalkınma dediler, yönümüzü batıya çevirdik, dünyanın en gelişmiş ülkeleriyle yarışıyoruz dediler.
Buna ilişkin bir dönem somut bazı adımlar da attılar.
Halkın en çok rahatsız olduğu konulara ilişkin vaatler sundular.
Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceğiz dediler.
Çözüm süreci adı altında sözüm ona terörü sonlandıracak hamleler yaptılar.
Halkta karşılık bulan bu girişimler ve sosyal politikalar sonucu neredeyse bir dönem her 2 seçmenden birinin oyunu alır duruma bile geldiler.
Ancak” her şeyi kendinden menkul gören” bir anlayış ve üst üste alınan başarılı seçim sonuçlarıyla yükselen ego ve kibir giderek ülkeyi tek adam rejimine doğru sürükledi.
Hepimizin bildiği bu gelişmeler sonucunda bulunduğu durumu yasal hale getirecek düzenlemelerle “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” gibi bir ucube yönetime geçerek an itibariyle yaşadığımız bir karanlık yola girdik.
Tüm bunları yaparken dini referansları, halkın değer verdiği kutsalları kullandılar.
Koca bir devleti yönetecek kadroları olmayınca da paralel yapılarla ülkeyi ele geçirmek isteyen güçlerle iş birliği yapmaya başladılar.
Sonra da bir dönem kendi yarattıkları canavarla mücadele ettiklerini iddia ederek halkı uyuttular.
Kendi yönetim tarzlarına uyum göstermeyen ya da itiraz edenlerle yollarını ayırdılar.
Sonuçta devlet kadroları liyakatsız ama sadık insanlarla doldurulmaya başlandı.
Güreşçiden banka yönetim kurulu üyesi, ziraatçıdan Tubitak yöneticisi, Makine Mühendisinden Milli Eğitim Bakanı, arkeologdan merkez bankası yöneticisi derken tüm devlet kadroları İmam hatip ve ilahiyatçılardan oluştu.
Kasıtlı olarak yurt yapmayarak, öğrencileri tarikatların kucağına attılar.
Bu yeteneksiz kadrolarla yol yürüyemeyince de ekonomik olarak fakirleşen halkın tepkisini azaltmak için sosyal yardım projelerini hayata geçirdiler.
Ancak gün geldi, bu kaynaklar da bitince satmaya başladılar.
Önce kamu iktisadi teşekküllerinden başladılar.
Yok pahasına yandaşlarına ya da yabancı ülkelere peşkeş çekilen bu kurum ve kuruluşların elden çıkarılmasıyla ülkede üretim yapılamaz hale geldi.
Madenlerimizi, koylarımızı, ormanlarımızı, yeraltı-yerüstü ne varsa tüm zenginlik kaynaklarımızı satmaya devam ettiler.
Satılacak bir şey kalmayınca şimdi de tarihi binalarımızı satışa çıkardılar.
Daha olmadı konut satışlarına kolaylık getirdiler.
O da yetmedi, vatandaşlık satmaya başladılar.
Her sıkıştıklarında kaos ortamı oluşturmaya çalıştılar, gerilimden beslendiler.
Cennette huriler diyerek göz boyamaya, cehennemde kızgın ateş diyerek korkutmaya başladılar.
Ama göremedikleri bir şey vardı.
Artık evine ekmek götürmez hale gelen, çocuğunu yatağa aç gönderen vatandaşın kaybedecek bir şeyi kalmamıştı.
Bu asılsız vaatlere, sonu gelmez yalanlara, aslı astarı olmayan büyüme senaryolarına doymuştu.
Daha da kötüsü her geçen gün demokrasiyi rafa kaldıran, yargıyı siyasete alet eden, anayasal kurumları işlevsiz hale getiren bu tek adam yönetimi artık ülkeyi yönetemez hale geldi.
Üstüne üstlük böylesine pervasızca yapılan yolsuzluklar öylesine ayyuka çıktı ki, gizleyemez hale geldiler.
Hangi taşı kaldırsan altında bir yolsuzluk dosyası çıkmaya başladı.
Bunlar yetmiyormuş gibi eski bir mafya lideri gün geçmiyor ki yeni bir yolsuzluk, rüşvet, kaset le gündemi sarsmasın.
İyiden iyiye bunalan ve anlatacak yeni bir hikaye bulamayan iktidar, sarayın içine kadar uzanan yolsuzluk koridorunda uzatmaları oynamaya başladı.
Ancak eskisi gibi yönetilmek istemeyen halk, yeni arayışlara yöneldi.
Özellikle de laik cumhuriyetin tüm değerlerini yerle bir eden, bakanlıkları cemaatler arasında pay eden iktidarın son günlerde uyguladığı yasakçı uygulamalar, üç hanelere ulaşan enflasyon, artan işsizlik, yapılan fahiş zamlar halkı “artık yeter” noktasına getirdi.
Uluslararası ilişkilerde yaşadığımız olumsuzluklar bir yana, siyasette kullanılan şiddet ve nefret diline sarılan iktidar son günlerini yaşıyor olmanın telaşı ve hesap vermek zorunda kalacağı gerçeğinin yarattığı hırçınlıkla hata üstüne hata yapmaya devam ediyor.
Tek çözüm yolu, bir an önce sandığın halkın önüne getirilmesidir.