Asıl Darbe Nedir?

Gerçek darbeler bu ülkenin hafızasına kanla, korkuyla ve suskunlukla kazındı. 1960’ta bir başbakan ve iki bakan darağacında sallandı. 1971’de muhtıralar, milletin iradesini saray duvarlarına çarptı. 1980’de tanklar sokakları ezdi; üniversiteler, meydanlar, sendikalar susturuldu. 650 bin kişi gözaltına alındı, yüz binlercesi işkence gördü, mahkemeler kuruldu, kitaplar suç sayıldı. 17 yaşında bir genci astılar; yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren, bu karanlık dönemin sembolü haline geldi. Toplamda 50 kişi idam edildi. Darbe sadece yönetime değil, bir kuşağın hayallerine, sesine, nefesine yapıldı.
1997’de postmodern bir senaryo oynandı, medya rejimin aparatı oldu. 2007’de sanal bir muhtıra, demokrasinin üzerine gölge gibi düştü. Ve 2016’da, doğrudan halkın üzerine kurşun yağdı. Her biri, bu coğrafyanın hafızasında kapanmayan birer yaradır.








Fakat bu kanlı geçmişle yüzleşmek yerine, o yaraların üstü makyajla kapatıldı. “Darbe” kelimesi, gerçek anlamından koparıldı; artık iktidarın sözlüğünde her eleştiri, her itiraz, her hak arayışı bir “darbe girişimi”dir. Bugün darbe yapan ne bir ordu, ne de bir cunta. Bugün darbe yapan: yürüyen halktır, şarkı söyleyen sanatçıdır, tweet atan gençtir, sessiz kalan akademisyendir. Yani halkın ta kendisidir.



Oysa bunlar suç değil, en temel haklardır. Anayasa’nın 25. maddesi düşünceyi, 26. maddesi ifadeyi, 34. maddesi ise barışçıl gösteriyi güvence altına alır. Yani anayasa halkın konuşmasını emreder. Direniş bir suç değil, anayasanın nabzıdır. Gerçek suç, bu nabzı bastıran zihniyettedir.



Bu zihniyet artık sadece üniformalı değil; cübbe giymiştir, kravat takmıştır, ekranlara çıkmıştır. Medya, yargı, üniversite ve kamu kurumları bu zihniyetin taşeronudur. Ve bu sistemin vitrini, yıllardır halkın değil iktidarın sesi haline gelen TRT’dir. Kamunun parasını kullanarak kamuyu susturan bir mekanizmaya dönüşmüştür. Boykot çağrısı yapan sanatçıların sahneleri iptal edilir, muhalif sesler programlardan silinir, sözleşmeler feshedilir. Bunlar münferit değil; devlet eliyle örgütlenen bir sansür sistemidir.



Bugün Türkiye’de demokrasi bir vitrin süsü, camın arkasındaki çürümüş bir manzara. Sandıkla makyajlanmış bir otoriterlik işletiliyor. Yargı bağımsızlığı, sadece metinlerde kaldı. Medya tek bir sese teslim. Üniversiteler kayyumların sustuğu kütüphanelere döndü. Sendikalar susturuldu. Muhalefet, her nefes alışında “darbe” söylemiyle hizaya sokulmak isteniyor. Bu bir yönetim değil, kelimelerin bile esir alındığı bir tahakküm düzenidir.



Korkunun politikayla harmanlandığı bir çağdayız. Kavramlar yer değiştiriyor. Artık “darbe” tankla değil, manşetle yapılıyor. “Demokrasi” sadece seçim gününe sıkışmış bir ritüel. “Özgürlük” ise iktidarın belirlediği çerçevenin dışına taşamayan bir simülasyon. Oysa bu halk darbeyi tanır. Sessizliğin nasıl dayatıldığını, kavramların nasıl çarpıtıldığını, hakikatin nasıl bastırıldığını çok iyi bilir.



Asıl darbe, halkın iradesine, sesine, aklına, sanatına ve fikrine yapılmaktadır. Bugün, en meşru haklar bastırılıyor; en insani talepler kriminalize ediliyor. Bu ülkenin gerçek darbesi artık tankla değil; ekranla, yasa eliyle, bütçeyle, tehdit ve susturmayla yapılmaktadır.



Gerçek darbeyle yüzleşmek istiyorsak, önce bu sahte darbe retoriğini teşhir etmeliyiz. Çünkü susturulan hakikat, tiranlığın en sağlam zeminidir.



Ve eğer bu sessizlik hâlâ “demokrasi” diye yutturuluyorsa, artık susmak bir duruş değil; açık bir teslimiyettir.