BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM

  • Nevavprestij

Yaklaşık bir yıldır sürdüğü iddia edilen görüşmeler trafiğinin ardından Bahçeli’nin açıklamalarıyla somutlanan ve ardından Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla resmiyet kazanan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı genel anlamda toplumda karşılık buldu.


Her ne kadar açıklanmasa da bir üst aklın yönlendirmesiyle hayata geçirilmek istenen bu Terörsüz Türkiye Projesine yaşanan bunca acı ve kayıplar ortada iken hiç kimsenin karşı çıkması mümkün değil.


Ancak kimi kesimlerin iyimser endişelerine karşın kimilerinin ideolojik ve siyasi karşı çıkışları da yok değil.


Gerek doğrudan çağrıyı yapan Öcalan gerekse konunun muhataplarında da “ya gerçekleşmezse?” kaygıları olduğu için hep bir temkinli yaklaşım söz konusu.


Bu yüzdendir ki Cumhurbaşkanı Erdoğan uzunca bir süre bu konuda sessiz kalmayı tercih etti.


Sanki kendi dışında gelişen ve oluşturulan bir proje var da o yüzden ihtiyatlı bir yaklaşım içindeymiş algısı oluştu.


Öcalan ve DEM Parti her fırsatta parlamentoyu adres gösterseler de biliyoruz ki sarayın istemediği bir karar meclisten geçmez.


Aslında bu çağrı bir anlamda malumun ilanı sayılır.

Bir ülkede barış ve demokrasi çağrısı yapıyorsanız bunun anlamı bu ülkede barışın da demokrasinin de uluslararası normlara uygun yürümediğinin itirafıdır.


“Demokrasinin en temel özellikleri arasında genellikle toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, mülkiyet hakları, din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, vatandaşlık, yönetilenlerin rızası, genel oy hakkı, özgürlük ve yaşam hakkından haksız yere mahrum bırakılmamak ve azınlık hakları yer alır.”


1 Mayıs ve 8 Mart gibi emekçiler için anlamlı ve önemli günlerde bile Taksim meydanını halka kapatıyorsanız, 


Ekonomik ve sosyal hakları için işçi, memur ve emeklilerin yapmak istedikleri toplantılarına engel oluyorsanız, 


Muhalif sanatçı ve aydınları, belediye başkanlarını, siyasetçileri hukuka aykırı olarak gece yarısı operasyonlarıyla gözaltına alıyor, tutukluyor, cezaevlerine atıyorsanız,


Ve daha yeni Suriye’de Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yapılan katliamlara sessiz kalıyorsanız,


Demokrasi de insan hakları ve özgürlükler de barış projeleri de sorgulanır.


“Tam demokrasiler, sivil özgürlüklere ve temel siyasi özgürlüklere sadece saygı duymakla kalmayıp, aynı zamanda demokratik ilkelerin gelişmesine elverişli bir siyasi kültür tarafından da destek verilen uluslardır.”

Demokrasinin en temel dört ilkesi çoğulculuk, katılımcılık, özgürlükçülük ve eleştirilebilirliktir.


Bırakın sıradan yurttaşı, Türkiye’nin birinci partisinin Genel Başkanı tarafından yapılan eleştirilere bile tahammül göstermeyen bir iktidar, halk iradesiyle seçilmiş muhalif belediye başkanlarının yerine kayyum atayan ve çalışmalarını engelleyen bir yönetim anlayışının olduğu yerde hangi demokrasi?


Nasıl ve kimler için barış?


Çok uzun yıllar kaynağı belli terör olaylarından dolayı onulmaz acılar çekmiş, on binlerce yurttaşını yitirmiş bir ülkede halk, geçmişte başarısız kılınan kimi girişimlerin de etkisiyle bu çağrıların samimiyetine hep kuşkuyla yaklaşıyor.


Özellikle de 22 yıldır tek başına bu ülkeyi yönetmiş birinin aksi anayasal hükümlere rağmen inatla ve ısrarla yeniden bu göreve gelmek uğruna siyaset kurumu, yargı ve bürokraside uygulamaya çalıştığı baskı ve algı operasyonlarını gördükçe endişe ve korkular daha da artıyor.


Toplumu bu endişe ve korkulardan kurtarabilmenin yolu, bu iktidarın yerine yeni ve güvenilir bir iktidarın oluşabileceği fikrinin tüm toplum kesimlerinde oluşmasından geçiyor.


Birinci parti olarak en büyük görev CHP’ ye düşüyor olsa da barış ve demokrasi sorunu tek bir partinin üstesinden gelebileceği bir sorun değildir.


Daha doğrusu barış ve demokrasiyi bir sorun olmaktan çıkarabilmek, özgürlükçü, insan ve emek odaklı bir yaşamın hüküm sürdüğü bir ülke yaratmak; ancak tüm toplumsal güçlerin iş birliğinden geçer.


Cumhurbaşkanı adayı olarak Ekrem İmamoğlu ve siyasi irade olarak CHP yönetiminin kendi dışındaki tüm demokrasi güçleriyle bir mücadeleyi örgütlemesi gerekiyor.


Öte yandan merkezi alanda yapılan bu çalışmaların yerel örgütlere yansıtılması, il ve ilçe örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, meslek odası ve sendikaların harekete geçirilmesine özel çaba gösterilmelidir.


Aksi halde bu iktidar; her zaman olduğu gibi yine “ yanıldık, aldatıldık” türünden bahanelerle her türlü barış ve demokratikleşme adımını hiç sakınmadan sekteye uğratabilir.


Özellikle de ülkemizin içinde bulunduğu bu ekonomik sıkıntılardan dolayı yönetemez duruma geldiği iktidarını uzatmak adına her türlü plan ve projeyi devreye sokacağından kimsenin kuşkusu olmasın.


Hepimiz biliyor ve inanıyoruz ki,
“Kurtuluş yok tek başına! ya hep beraber ya hiçbirimiz!”