Son kırk-elli yılda Bodrum’da turizm teşvikleriyle başlayan yapılaşma, göç, nüfus artışı gibi plansız ve kontrolsüz büyümenin sonuçları ortaya çıkmaya başladıkça ne oluyoruz, nereye gidiyoruz diye sorgulamaya başladık. Turizm teşvikleri beraberinde sanki gizli bir el de bir taraftan gözüne kestirdiği bütün arazilerden imar geçirmiş.
Tabi biraz geç kaldık bu sorgulamada. Geldiğimiz noktada çevreye ve doğaya geri dönülemez hasarlar verdik. Yaşam biçimlerimizde ve kültürel yapımızda inanılmaz değişiklikler olmaya başladı ki neye uğradığımızı farkedemeden hayatımız alt üst oldu. Bodrum’un antik çağlardan bu yana dingin ve görkemli geçmişine karşılık, son kırk elli yıllık tarihi içinde meydan gelen baş döndürücü kontrolsüz büyümesini mantıklı bir şekilde açıklamak pek mümkün değil. Herşey göz kararı ve kısa vadeli, ileri derecede miyop bir kar gözlüğü ile projelendirilmiş, bir plana dahi uyulmasına gerek duyulmamıştır. Bu sürecin ayrıntılı bir şekilde analizi ve sosyal sonuçları da araştırma konusudur.
Bodrum’un kıyılarını işgal ettik, duvarla ,telle çevirdik, iskeleler, marinalar yaptık, fosseptikleri taşırdık, atık suları bazan derin deniz deşarjı ile, bazan da doğrudan denize verdik, temizlik yapıyoruz diyerek deniz diplerini sıyırdık, sonrasında kıyılara mermer tozu dökerek çakma makyaj yaptık, deniz bitti.
Dere yataklarının tabanına yol, kenarlarına ev yaptık. Dağları traşlayıp, kayaları, taşları kırıp binalar yaptık, beton yığınına çevirdik. Çıkan toprakları sellerle denize gönderdik. Arkeolojik alanların üzerine çöktük, antik mezarları kazıyıp üzerine siteler kurduk, karayı bitirdik.
Su zaten yoktu. Taşınma suya başvurduk ama yetiştiremedik. Teknolojiyi devreye sokup her seferinde giderek daha derin artezyenler kazmaya başladık, suyu bitirdik.
Enerji bahanesiyle yerleşim alanlarının ya da cazip ormanlık alanların tepelerine RES’ler kurduk. Kömürlü termik santraller ile yeraltından kömürü çıkarmak için ormanları kestik, kömür çıkaracağız diye yeraltı su yollarını körelttik. İnsanları yerinden yurdundan ettik. Yanan kömürün küllerini antik şehir kalıntılarının üzerine serdik, küllerinden zehirli kül dağları, asitli göller oluştu, kömür dumanıyla da doğamızı ve kendi kendimizi zehirledik, havayı da bitirdik.
Her şeyi bir saman alevi gibi, bir anda, ne arkamıza, ne de önümüze bakmadan tüketmeye devam ettik. Şimdi sorunlar giderek içinden çıkılmaz hale geldikçe acaba biz nerede yanlış yaptık diyerek geçmişe bakmaya başlayacağız. Bu yakın geleceğin gündemi olacak gibi.
Bizim çocukluğumuzda çok yaygın olarak dillendirilen bir tekerleme vardı. Komşu iki kadının bir birlerine seslenerek kurdukları diyalog şeklinde geçer:
-Hu Huu komşu, oğlun askerden geldi mi?
-Geldi,geldi.
-Ne getirdi?
-İnci, boncuk.
-Kime kime?
-Sana bana.
-Daha kime?
-Karakedi’ye.
-Karakedi nerde?
-Göle gitti.
-Göl nerde?
-İnek içti
-İnek nerde?
-Ormana kaçtı.
-Orman nerde?
-Yandı, kül oldu, bitti.
Çocuk aklımla, o zamanlar çok saçma olduğunu düşünüp bir türlü anlamlandıramadığım bu tekerlemenin, bugün Bodrum’un, birer inci, boncuk sayılabilecek rant uğruna, kaybettiği servetin, yuvarlanmakta olduğu uçurumun kısa hikayesi olabileceğini hiç düşünemezdim tabi ki. Bu aynı zamanda Bodrum’un su sorununun da hikayesidir. Değer miydi?