Türkiye’de yeni bir çözüm sürecinin tartışıldığı bir dönemde, Selahattin Demirtaş gibi Kürt siyasetinin en önemli sembol isimlerinde birinin hâlâ cezaevinde tutuluyor olması, bu sürecin samimiyeti hakkında ciddi bir sorgulama yapılmasını zorunlu kılıyor. Halkın demokratik iradesiyle seçilmiş temsilciler cezaevinde tutulurken ve belediyelere kayyım atanarak halkın temsiliyeti gasp edilirken, çözüm söylemlerinin inandırıcılığı yerle bir oluyor. Dahası, kayyım politikalarının hedefi olmuş, terörist olarak yaftalanmış Ahmet Türk gibi isimlerin bu süreçte “akil insan” olarak öne çıkarılması, çözüm arayışının tutarsızlık ve çelişkilerle malul olduğunu gözler önüne seriyor. Bu durum, çözümden ziyade, iktidarın siyasi kontrol mekanizmalarını tahkim etmeye yönelik bir strateji izlediğini düşündürüyor.
Barış ve çözüm ancak halkın iradesine saygı duyulan, hukukun üstünlüğünün tesis edildiği ve demokratik temsiliyetin tam anlamıyla sağlandığı bir zeminde gerçekleşebilir. Ancak şu anki tablo, toplumsal barışa hizmet etmek yerine, halkın barışa olan özlemini manipüle ederek, yerel yönetim seçimlerinde aldığı yenilgi sonrası iktidarın kaybettiği meşruiyet krizini yönetme çabası olarak değerlendirilebilir. Gerçek bir çözüm, baskıcı uygulamalarla değil, halkın eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerine yanıt veren somut ve samimi adımlarla mümkündür.
Kürt Siyasi Hareketinin Rolü
Bu süreçte Kürt siyasi hareketinin tavrı, çözümün meşruiyeti açısından belirleyici bir öneme sahiptir. Ancak bu rol, halkın haklarını ve demokratik iradesini savunan ilkeli bir duruşla anlam kazanabilir. Barış adı altında dayatılan ve özünde kontrol ve teslimiyeti amaçlayan bir sürecin parçası olmak, halkın iradesine ve mücadelesine ihanet anlamına gelir. Kürt siyasi hareketi, tarihsel tecrübelerinden ve geçmişteki hatalardan ders çıkararak, bu tür manipülatif girişimlere karşı daha dikkatli bir yaklaşım sergilemelidir.
Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde tutulması, yalnızca bireysel bir özgürlük meselesi değil, aynı zamanda halkın iradesine karşı sürdürülen sistematik bir müdahalenin parçasıdır. Bu durum, halkın temsilcilerini susturarak çözüm sürecini kendi kontrolüne almak isteyen bir anlayışın göstergesidir. Kürt siyasi hareketi, bu oyunlara gelmeyerek, halkın haklarını savunan kararlı ve onurlu bir duruş sergilemek zorundadır. Bu, yalnızca Kürt halkı için değil, Türkiye’deki demokrasi mücadelesi için de hayati bir sorumluluktur.
Muhalefet ve Demokratik Kesimlerin Sorumluluğu
Çözüm süreci adı altında yürütülen manipülasyonların teşhir edilmesi yalnızca Kürt siyasi hareketinin değil, Türkiye’deki başta ana muhalefet partisi olmak üzere tüm muhalif ve demokratik kesimlerin ortak sorumluluğudur.Aydınlar, sendikalar, demokratik-devrimci çevreler ve sivil toplum kuruluşları, bu sürecin gerçek niteliğini görmeli ve buna karşı net bir tavır almalıdır. Barış söylemleriyle sahnelenen bu manipülatif politikaların yalnızca Kürt halkını değil, başta lâik Cumhuriyet olmak üzere Türkiye’deki tüm demokratik kazanımları tehdit ettiğini anlamak gerekir.
Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde tutulması ve kayyım politikaları, demokratik siyasetin sınırlarını daraltmayı, halkın temsiliyetini yok etmeyi hedefleyen bir stratejinin parçasıdır. Bu, Türkiye’de demokrasiye inanan tüm kesimlere açık bir mesajdır: Demokratik siyaset, iktidarın belirlediği sınırların ötesine geçemez. Bu nedenle, demokratik kesimlerin dayanışma içerisinde hareket ederek, halkın iradesini savunması zorunludur. Çözüm, ancak eşitlik, özgürlük ve halkın iradesine tam saygı temelinde bir ittifakla mümkün olabilir.
Gerçek Barışın Yolu
Barış, baskı, manipülasyon ve teslimiyetle değil; halkların eşit, özgür ve onurlu bir şekilde bir arada yaşamasını sağlayacak toplumsal adaletin tesis edilmesiyle mümkündür. Hukukun üstünlüğü, demokratik temsiliyet ve ifade özgürlüğü, barışın temel koşullarıdır. Bu bağlamda Selahattin Demirtaş’ın özgürlüğü, yalnızca bireysel bir hak meselesi değil, çözüm sürecinin samimiyetinin ve halkın iradesine saygının bir testi olarak görülmelidir.
Bugün, Kürt siyasi hareketi ve Türkiye’deki tüm demokratik kesimlerin ortak bir dayanışma anlayışıyla bu manipülatif süreci teşhir etmesi, halkın haklarını savunan bir mücadele hattını güçlendirmesi zorunludur. Sahte barış söylemlerine karşı gerçek bir barışın ancak özgürlük, eşitlik ve adalet temelinde inşa edilebileceğini savunmak, bu mücadelede en önemli görevdir. Manipülasyonun olduğu yerde barış olmaz; barış, ancak halkların onurlu mücadelesiyle kazanılabilir.