“Bir anlatabilsem yavrum
Şu kısacık görüş anında sana
Tel örgülerin anlatamadığını
Taş duvarlar gerisinde babanın
Nasıl öfkesinden yatamadığını
Niye öter gardiyanın düdüğü zamansız
Ellerimizdeki bu kelepçe, tutsaklık neden
Niye öpemem kara gözlerinden
Niye okşayamam saçlarını
Bir anlatabilsem yavrum”
12 Eylül dönemi tutsaklık günlerinden kalma dizeler. Kırk yılı aşkın bir süre geçmesine karşın değişen bir şey olmadığı gibi artarak devam eden hukuksuz uygulamalar, haksız yargılamalar, vicdana sığmayan tutuklamalar ve cezaevinde binlerce tutsak.
Bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl değil.
Tam altı yıldır yılbaşını cezaevinde bir hücrede karşılamanın ne demek olduğunu yaşamayanlar bilemez.
Bizler de 12 eylül faşizminden payımıza düşeni aldık.
Her türlü işkence, insanlık dışı uygulamalara rağmen cezaevinde en azından yoldaşlarımızla birlikteydik.
Yokluğu, yoksunluğu, acıyı paylaşma şansımız vardı.
Elle tutulur tek bir kanıt, belge olmadan hazırlanmış bir iddianameyle ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Osman kavala ve Gezi davasından 18 er yıl ceza alan 7 yiğit insandan söz ediyorum.
Ne olur bu satırları okumakla kalmayın.
Empati yapın, bir an kendinizi onların yerine koyun.
72 yaşına kadar her dönemde ülkesinin refahı, demokrasi ve özgürlükler için mücadele etmiş, o yaşına kadar bir ev sahibi bile olamamış ama Gezi davasının finansörü diye lanse edilmeye çalışılan bu onurlu kadını düşünün bir anlığına,
Türkiye’nin yetiştirdiği en yetenekli sinema yönetmenlerinden biri olan, gazetecilik, çevirmenlik, yapımcılık, muhabirlik yapan ve suçsuz olduğuna emin, duruşmaya katılmak için yurt dışından çıkıp gelen Çiğdem Mater’i getirin gözlerinizin önüne.
Üstelik de kaçma şüphesi gibi gülünç bir gerekçeyle tutuklanan bu güzel yüzlü kadının yerine koyun bir kez kendinizi.
Daha olmadı, sinemacı, yönetmen, reklamcı, insan hakları savunusu Mine Özerden’in o hep gülen fotoğraflarından birini alın elinize ve Bakırköy cezaevini getirin gözlerinizin önüne. Her türlü baskı, zulüm ve hukuksuzluğu gülerek karşılayan bu yiğit kadınları düşünerek başlayın bir güne.
Nerede bir haksızlık, hak ihlali varsa hep en ön saflarda gördüğünüz bir insan hakları avukatı, aktivist Can Atalay’ı sanırım tanımayanınız yoktur. Tanımayana da bizim söyleyecek sözümüz yoktur.
Onlar eminim siyaset bilimci, uluslararası üne sahip akademisyen Hakan Altınay’ı da tanımazlar.
İnsan hakları savunucusu, Nesin Vakfı ve Bilgi Üniversitesi Mütevelli Hayeti üyesi Yiğit Ali Ekmekçi’ye de bizden selam olsun.
Ya küçük Vera için ne düşünürsünüz?
Babası Şehir plancısı, Akademisyen Tayfun Kahraman’ı nasıl bilirsiniz?
Hepsi bir yana her türlü ihtiyaçlarınızın yer aldığı lüks bir odaya kapatın kendinizi.
Yalnızca bir gün hiç dışarı çıkmadan aynanın karşısına geçip kendinizi seyredin.
Kimi zaman Mücella Olun, bazan Çiğdem ve bir anlığına Mine.
Daha olmadı Can’ın Soma’da, Aladağ’da açıklamalar yaparken ki öfkeli yüzünü görün aynada.
Kızı Vera’yla kucaklaşmasına bile izin verilmeyen Tayfun çıkar karşınıza, arkasında Hakan ve Yiğit’in gülerek size el salladığını düşünün.
Eminim en sonunda Demirtaş’ı göreceksiniz aynada.
“Sarı öküzü vermeyecektiniz” uyarısını yaparken.
Bu arada Osman Kavala’ya da siz bir selam gönderin bari.
“Anlaşıldı ben anlatamayacağım
Bari sen anlayabilsen
Bilsen ne sevinirim
Büyüdün, anladın beni diye
Ama sen yine de çocuk kal yavrum
Bu yaşta bu kadar büyümek niye”
Barış, demokrasi, özgürlük mücadelesinde yitirdiklerimizin anısına saygıyla.