DÜNYA’NIN adeta DETOKS sürecinden geçtiği bu günlerde HAYAT DURDU. Üretim yok. İnsanlar evlerinde. Korku büyük. Paranın da, statünün de, gücün de, kariyerin de, alış-verişin de ziyaretlerin de bir öneminin kalmadığı zaman dilimindeyiz...
Toplumda kaygı uyandıran bu süreçte nereye gidiyoruz? sorusuna Coronavirüs öncesi ve Coronavirüs sonrası analizi yaparak cevap vermenin isabetli olduğunu düşünüyorum.
Her ne kadar bazı teorisyenler tarafından bu işi, güç dengesi içinde olan gizli tutulan ritüeller olarak yansıtıldıysa işin aslı bu değil.
Bu sefer kavga büyük, sancılı ve dünyanın her yerine yayılmış halde.
Peki olan biten neydi? Ve nasıl yorumlanmalı?
Coronavirüs, Yeni Dünya Düzeni'nin startıydı ve virüs artık tartışmaya açık bir konu değil. Başka bir ifadeyle dünya, bu salgın hastalığın ardından hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı yepyeni bir küresel, siyasi, ekonomik, sosyal sistemin inşa edileceği bir döneme doğru gitmekte.
Bu durumu kapitalizmin dönemsel olarak yaşadığı kriz eğilimlerinden farklı olarak ele alınması gereken bir durum!
Belki de bugün yaşadığımız yönetici sınıfların ileri sürdüğü kendi kendilerini alkışlamaya yarayan teorilerin kargaşasına gömülerek gizlenen eşitsizlik ve sömürü koşullarını bıkıp usanmadan ifşa etmesi oldu. Bu durumun yanı sıra sermayenin hareket yasaları insanı ve insan hayatını nasıl etkilediğini gördüğümüz bu süreçten geçiyoruz.
Gelinen noktada 20. Yüzyılıdan bu yana içinde bulunduğumuz küresel piyasa ekonomisi artık sürdürülemez gibi görünüyor. Yani Neo-Liberal ekonomi politikaların çöküşüne tanıklık ediyoruz.
19. Yüzyılın düzenlenmemiş piyasa ekonomisi döneminden bu düzene geçişte İkinci Dünya Savaşının etkisi çok önemliydi. Savaşın yarattığı travma sonrasında ortaya yeni bir dünya düzeni çıkmıştı. Özellikle küreselleşme süreciyle beraber uluslararası sistemde siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda devlet, karar alma, düzenleme ve koruma rolleri üstlenen yeni aktörler durumundaydı.
Uygulanan Neo-liberal politikalarla birlikte devletin ekonomiye olan müdahalesinde daralmalar görülmüş, bu bağlamda ulus devletlerin sistemdeki ağırlıklarının azaldığı görüşü ortaya çıkmıştır.
Yani dünyanın, 20. yüzyılın sonundan beri içinde bulunduğumuz küresel piyasa ekonomimiz ise, giderek bariz bir hal alan bir sürdürülemezlik durumu içinde.
Serbest piyasalar, özelleştirme, fiyat düzenlemelerinin azaltılması, devletin küçültülmesi ve esnek iş gücü yaratan bu sitem aynı zamanda yaşamın her alanında bölgesel farklılıklar da yarattı. Zengin daha zenginleşirken fakir daha fakirleşti. Bu gelişme ülkeler arasında odluğu gibi bölgesel gerginliklere de neden oldu. Bu süreçte savaşlar da kaçınılmaz oldu.
Tüm bu gelişmelere rağmen, ekonomik alanda uluslararası sermayenin içeri girmesine izin veren, üretici ve tüketicinin haklarını tehlike arz edebilecek yabancı yatırımlara karşı koruyabilen, bunun yanı sıra uluslararası örgütlerin pasif kaldığı iç savaş ve istikrarsızlıklar karşısında güvenlik şemsiyesi rolü üstlenen ulus-devletlere olan ihtiyaç halen devam etmektedir.
Ayrıca, yine uygulanan neo-liberal politikalara bağlı olarak ülke içerisinde artan suç oranları, yozlaşan ikili ilişkiler ve toplumsal huzursuzluklar karşısında düzenleyici işlev görme, hızla yükselen göç dalgalarına karşı milliyetçi politikalar izleyerek kendi ulusunun çıkarlarını koruma ve ortak bir üst kimlik oluşturma noktalarında ulus-devletler yine başat aktörlerdir.
Neo-liberal politik sitemde sağlık alanının serbest piyasaların kullanımına bırakılması eleştirilen konuların başında gelmektedir. Çünkü bu alanlar doğası gereği aynı kar motivasyonuna tabi olmaması gereken kamu hizmetleridir.
Coronavirüse dünyanın vereceği cevap sadece sağlık sektörünü değil, küreselleşme, ulus devlet, milliyetçilik, içe kapanma, refah devleti, Keynesci ekonomi gibi kavramları da yeniden gündeme gelmesine neden olacaktır. Makroekonomik teorisi olan Keynes ekonomisi, özel sektörün ağırlıklı olduğu ama devlet ve kamu sektörünün büyük role sahip olduğu bir karma ekonomiyi savunmaktadır. Bu bağlamda Coronavirüs sonrası dönemde Keynesci ekonomi moddelinin konuşulacak olması küreselleşmenin yeniden hayat bulması anlamı da taşımakta.
Keynesci ekonomi, modellinin kaçınılmaz olarak ulus-devlet siyasal politik sitemine dönüş tartışmalarını da beraberinde getirecektir.
Coronavirüs sonrası süreç için ulus-devlete dönüş ve küreselleşmenin zaferi olarak okuyabiliriz.
Umarım bu salgın, en azından sağlık hizmetlerine ulaşımın temel bir insan hakkı olduğunu, bu sektörün piyasaya bırakılamayacağını anlamamıza vesile olur.