Son günlerde tüm yurtta büyük tepkilere neden olan çocuk istismarı üzerine daha çok konuşulacağa benzer.
Bu olay şimdiye kadar yapılan çocuk istismarı, kadına yönelik şiddet olaylarından yalnızca bir tanesi.
Buna benzer olaylar her gün ve çok pervasızca yaşanıyor.
Tıpkı yolsuzluk gibi, tıpkı hukuksuzluk, haksızlık gibi sıradan bir olay gibi yaşanıyor ülkemizde.
Eğer yürekli kimi gazeteciler bu olayların üzerine gitmeseler buna benzer daha nice istismar yaşanacak ve unutulup gidecek.
Bana göre işin iki boyutu var.
Birincisi, dine dayalı bir yönetim sisteminden yana olan zihniyetin özellikle yol verdiği, desteklediği, göz yumduğu tarikat ve cemaatlerin niye bu denli geliştiği, hareket alanı bulduğunun soruşturulması.
İkincisi ve daha önemlisi, toplumda oluşan bu kültürel yozlaşmanın önüne nasıl geçileceği.
Düşünebiliyor musunuz; bir çocuğa dışardan bir sapık da cinsel istismarda bulunabilir, zarar verebilir.
Bunu bir adli vaka olarak değerlendirebilirsiniz.
Nasıl bir güvenlik zaafiyeti oluşmuş, kimlerin ihmali var üzerinden konuyu araştırabilir, tartışabilirsiniz.
Ancak bir baba 6 yaşındaki bir kız çocuğunu bile isteye sözde müridi bir sapığın evine kendi elleriyle götürüp teslim edebiliyorsa bu işi yasal ya da idari tedbirler üzerinden değerlendirmek doğru olmaz.
Burada bir ahlaki yozlaşma vardır ve bunun derinliklerine inilmesi gerekir.
Kuşkusuz sistemli bir çürümüşlük ve yozlaşma hali egemen güçler tarafından teşvik edilmekte, desteklenmektedir.
Ama daha Cumhuriyetin kuruluş döneminde Atatürk’ün o üstün öngörüsü sonucu kapatılmasına karar verdiği tekke, zaviye ve tarikat yuvalarının anayasanın kesin hükmüne karşın faaliyetlerine devam etmeleri yeni bir durum değildir.
Şu an en büyük sorun da inanç özgürlüğü bahane edilerek bu tür yasal olmayan örgütlenmelere kimi kesimlerin hoşgörüyle yaklaşmalarıdır.
Sorun yasaklama ya da kapatmayla çözülecek bir sorun değildir.
Bir sivil toplum kuruluşu gibi insanların inançları doğrultusunda bir araya gelmeleri, örgütlenmelerine kimsenin söyleyecek bir sözü olamaz.
Ancak bugün hepsi vakıflar aracılığıyla devasa servete sahip olmuş, her biri holding türü ticari faaliyetler gerçekleştiren tarikat ve cemaatlerin bugün dini duyguları nasıl istismar ettikleri, nasıl laiklik karşıtı eylemler gerçekleştirdikleri ayyuka çıkmıştır.
Gelinen noktada ya Atatürk’ün söylediklerini dikkate alacağız ya da ülkemizi bu meczuplara teslim edeceğiz.
Ne demişti Atatürk;
“Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır.”
13 yaşındaki kızına tecavüzden yargılanan bir baba mahkemede savunmasını yaparken “Hakim bey, siz bahçenize diktiğiniz fidanın ilk meyvesini başkasına verir misiniz”” diyebiliyorsa artık orada din, iman, yasa, hukuktan söz etmeyeceksiniz.
Bunu yapan ahlaksız, sapık kişilerin giderek çoğaldığı bir ülkede öncelikle eğitim sistemini, kültürel alt yapıyı, toplumsal yozlaşmayı tartışmamız gerekir.
Bir insan ahlaksız olabilir, vicdan yoksunu bir sapık olabilir ama mahkemede bunları söyleyecek kadar pervasız olabiliyorsa orada durup düşünmek gerek.
Aynı ülkede insanlar bir konuşmasından, attığı bir mesaj yüzünden yargılanabiliyor, cezaevine konabiliyor ve 6 yaşındaki öz kızını kendi rızasıyla sapık müritlerine satan bir tarikat sorumlusu serbestçe ortalıkta dolaşabiliyorsa, asıl bu durum bir beka sorunudur.
Özellikle satan sözcüğünü kullandım, inanıyorum ki bu ahlaksız ilişkinin içinde mutlaka çıkar ilişkisi vardır.
Gezi duruşmasına katılmak için yurt dışından kendi isteğiyle gelip duruşmaya katılan kişiyi “ kaçma şüphesi, delilleri karartma endişesiyle” tutuklayan zihniyet böylesine toplumu derinden yaralayan bir duruşmayı altı ay sonrasına atıyor, kimse hakkında bir tutuklama söz konusu olmuyor.
Üstelikte Aileden sorumlu bakanın itiraf ettiği gibi, bu olayın mağduru iki yıl önce savcılığa başvurmuşken, şimdiye kadar ciddi hiçbir işlem yapılmıyor.
Yani işin özü, bu ahlaksızları, sapıkları birileri koruyor, kolluyor.
İlgili tüm bakanlık ve yetkili kurumların sorumluluğu, ihmali olduğu apaçık ortada iken şimdi bu zihniyetin hakim olduğu iktidar partileriyle oturup yeni anayasa hazırlamayı düşünen muhalefet partileri de aynı ölçüde suça ortak olmuş sayılırlar.
Eğer bu ülkede gerçek anlamda bir demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlemesini istiyorsak önce laikliğe ve laik olması gereken kurumlara sahip çıkmak zorundayız.
Bu konuda başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerine, demokratik kuruluşlara çok büyük görev düşüyor.
Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti için tüm demokrasi güçleri görev başına.