Maraş Katliamı, 19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş’ta gerçekleştirilen, sistematik bir şekilde planlanmış ve uygulamaya konulmuş bir insanlık suçudur. Resmî rakamlara göre 111 kişinin yaşamını yitirdiği, yüzlerce insanın yaralandığı, binlerce kişinin göç etmek zorunda kaldığı bu katliam, esasen bir mezhep çatışması gibi görünse de altında çok daha derin siyasi ve toplumsal dinamikler barındırmaktadır. Katliam, Alevi toplumunu hedef alarak bir taraftan mezhepsel nefreti körüklerken, diğer taraftan toplumun geniş kesimlerini sindirmek ve kutuplaştırmak için kullanılan faşist politikaların bir örneğidir.
Bir Planın Parçası Olarak Maraş
Maraş Katliamı, yalnızca spontane bir halk hareketi ya da bireysel bir öfke patlaması değildi. Katliam öncesinde dağıtılan bildiriler, camilerden yapılan kışkırtıcı anonslar ve provokatif olaylarla halklar arasında gerilim yaratılmaya çalışıldı. “Aleviler komünisttir, camileri yakacaklar” gibi asılsız söylentilerle halkın nefret duyguları sistematik bir şekilde körüklendi. Bu süreç, devletin güvenlik güçlerinin müdahalede bulunmaması ya da olaylara göz yummasıyla daha da büyüdü. Maraş, devletin kontrolündeki karanlık güçlerin halkı birbirine kırdırmak için kullandığı bir laboratuvar işlevi gördü.
Bu olayın yalnızca bir mezhep çatışması olarak görülmesi, esas amacını gözden kaçırmak anlamına gelir. Maraş, 1970’lerin sonunda yükselen sol hareketlere karşı bir “karşı-devrim” girişimiydi. Solun önemli bir dayanağı olan işçi sınıfı ve Alevi toplumu, bu tür provokasyonlarla bölünmek, sindirilmek ve etkisiz hale getirilmek istendi. Katliamın ardından 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden süreçte, bu tür olayların birer “zemin hazırlama” aracı olarak kullanıldığı artık tarihsel bir gerçekliktir.
Maraş’tan Çorum’a, Sivas’tan Madımak’a
Maraş Katliamı, Çorum, Sivas ve Madımak’ta yaşanan olaylarla aynı zihniyetin ürünüdür. Bu katliamlar, Türkiye’nin toplumsal yapısını parçalamaya yönelik, devlet destekli bir stratejinin devamıdır. Maraş’ta halk mezhep temelinde bölünmeye çalışılırken, Çorum’da da benzer yöntemlerle Alevi ve Sünni halk arasında çatışma kışkırtıldı. Sivas Madımak Katliamı’nda ise yobazlık ve gericilik, “dini hassasiyetler” adı altında insanlık dışı bir suç işledi.
Bu olayların ortak noktası, halkların bir arada yaşama iradesini kırmayı hedeflemiş olmasıdır. Maraş’ta da, Sivas’ta da, halklar arası gerilim, devletin otoriterleşen yapısını güçlendirmek için bir araç olarak kullanıldı. Bu durum yalnızca geçmişte kalmamış, bugünün ayrımcı ve kutuplaştırıcı politikalarının temellerini atmıştır.
Maraş’tan Gezi’ye: Direniş ve Umut
Maraş Katliamı, bir yanıyla halkların direniş geleneğiyle de ilişkilidir. Her ne kadar bu tür olaylar halkları birbirine düşman etmek için tasarlanmış olsa da, yaşanan acılar halklar arasında dayanışmanın ve ortak mücadelenin tohumlarını da ekmiştir. Gezi Direnişi bu anlamda, Maraş’tan Madımak’a yaşanan acıların karşısında halkların dayanışmasının ve özgürlük mücadelesinin bir cevabı olarak ortaya çıkmıştır.
Gezi’de insanlar, geçmişte halkların birbirine kırdırıldığı olayların aksine, omuz omuza bir mücadele sergiledi. Bu mücadele, farklı kimlikleri, inançları ve ideolojileri bir araya getirerek, faşizme ve baskıya karşı birleşik bir direnişin mümkün olduğunu gösterdi. Maraş’ın acısı, Gezi’de bir umut ışığına dönüştü. Fakat aynı zihniyet, bu sefer Gezi’de halkın taleplerine baskı ve şiddetle yanıt verdi. Polis şiddeti, medya manipülasyonu ve yargı sopası, bu mücadeleyi bastırmaya yönelik araçlar olarak kullanıldı.
Bugün Maraş’ı Unutmak, Yeniden Yaşamak Demektir
Bugün Maraş Katliamı’nı yalnızca geçmişte yaşanmış bir trajedi olarak görmek, aynı zihniyetin yeniden güç bulmasına zemin hazırlamaktır. Ayrımcı politikaların, kutuplaştırıcı söylemlerin ve baskıcı düzenin hâlâ sürmekte olduğunu görmek zorundayız. Bugün ekonomik kriz, doğa talanı, kadın cinayetleri, emek sömürüsü ve ifade özgürlüğünün baskı altına alınması gibi sorunlar, aynı otoriter ve halk düşmanı düzenin farklı yansımalarıdır.
Maraş Katliamı’nın bizlere öğrettiği en önemli ders, faşizmin yalnızca baskı ve şiddetle değil, halklar arasında düşmanlık tohumları ekerek varlığını sürdürdüğüdür. Bu düzenin karşısında ise halkların birliği, dayanışması ve mücadelesi vardır. Maraş’tan bugüne, bu topraklarda özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadele edenlerin sayısı artmış, sesleri güçlenmiştir.
Sonuç olarak, Maraş Katliamı’nın yarattığı acılar, yalnızca geçmişin değil, bugünün de sorumluluğudur. Bu acılardan ders çıkararak, halklar arasında dayanışmayı güçlendirmek, faşizme ve ayrımcılığa karşı ortak bir mücadele geliştirmek hepimizin görevidir. Çünkü Maraş’ı unutmak, aynı karanlık zihniyetin yeniden güç bulmasına izin vermek anlamına gelir. Halkların birlikte, eşit ve özgür bir şekilde yaşayacağı bir düzen ise ancak geçmişin acılarından alınan derslerle mümkündür. Bu mücadele, halkların omuz omuza verdiği bir direnişle kazanılacaktır.