Bugün Muğla'nın birçok bölgesinde suya el konulması nedeni ile yaşam hakkı olan suya erişim güçleşmektedir. Su, giderek yalnızca bedelini ödeyebilenlerin erişebildiği, yoksulların, hayvanların ve bitkilerin erişemediği bir metaya dönüşmektedir.
İklim krizi bir gerçeklik, ancak bu kriz insanın doğayla kurduğu sömürü ilişkisinin bir sonucu. Krizin nedeni doğanın kendini yenilemesine izin vermeyecek şekilde talan edilmesidir. Küresel ısınma, biyolojik çeşitlilik kaybı, susuzluk doğaya zarar veren insan faaliyetlerinin bir sonucudur. Bugün susuzlukla baş edebilmek için önerilen yöntemlerden birisi olan susuz peyzaj konusunu konuşuyoruz. Elbette kaynakların kıtlaştığı koşullarda duruma uyum sağlamak için her türlü tasarruf yöntemini konuşmak ve uygulamak zorundayız. Ancak yaşanan susuzluğu sanki doğadaki döngüsel değişimlerin doğal sonucuymuş gibi ele alıp, yalnızca uyum sağlamaya yönelik bir takım teknik çözümlerle yetinmeye çalışırsak asıl sorunu perdelemiş oluruz. Susuzluk sorununa dair bir durum tespiti yapacaksak öncelikle sorunun politik yönüne bakmamız gerekiyor. Su yalnızca insanların değil tüm canlıların yaşamı için gereklidir. Yaşam hakkı olan su madencilik, sanayi, enerji, turizm gibi sektörlerin su havzalarını tahrip eden sermaye faaliyetlerinin bir girdisine dönüştürülerek metalaştırılıyor. İnsan da dahil doğadaki tüm canlılar ancak bu üretim faaliyetlerinden arta kalan suyla yaşamaya mahkum ediliyorlar. Yaşam hakkına el koyarak yürütülen bu faaliyetler aynı zamanda çok büyük bir adalet sorunudur.
Dünyada doğayı ve emeği metalaştırma sürecinin giderek daha pervasız bir hal almasına bağlı olarak suya el konulması da her geçen gün yeni boyutlar kazanmaktadır. Ülkemiz ve Muğla bölgesi de bundan payını almaktadır. Bugün Muğla'nın birçok bölgesinde suya el konulması nedeni ile yaşam hakkı olan suya erişim güçleşmektedir. Su, giderek yalnızca bedelini ödeyebilenlerin erişebildiği, yoksulların, hayvanların ve bitkilerin erişemediği bir metaya dönüşmektedir.
Muğla Su İnisiyatifi tüm canlıların yaşam hakkı olan suyun özgürleştirilmesi için mücadele etmek üzere politik bir perspektifle bir yıl önce Muğla genelinde sivil toplum örgütleri ve yurttaşların biraraya gelmesi ile kurulmuştur. MSİ olarak içinde yer aldığımız mücadele süreçlerinden örnekler vererek suya el konulmasının örneklerini aktarmaya çalışacağım.
İlk olarak MSİ'nin kurulmasına vesile olan, Milas ve Yatağan bölgelerinin su havzalarında toplanan suyun DSİ tarafından Yatağan ve Yeniköy termik santrallerine tahsis edilmesi ile başlamak uygun olacaktır. Eğer bu santrallere verilen su halkın ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılmış olsa bugün Bodrum ve Milas bölgesinde susuzluk sorunu yaşanmıyor olacaktı. Muğla bölgesindeki üç termik santral kırk yıldır doğayı, yaşam alanlarını, havayı, suyu, toprağı zehirliyor. Köyler, ormanlar, zeytinlikler, tarım alanları yok ediliyor. Zehirli havayı solumak zorunda bırakılan insanlar solunum yolu hastalıkları ve kanser yüzünden ölüyorlar. Geyik Barajında tutulan içilebilir kalitedeki 14,5 Milyon ton suyun 9 Milyon tonu Yeniköy Termik Santraline soğutma suyu olarak tahsis edilmiştir, ancak artan miktarı Bodrum'a içme suyu olarak verilmektedir. Yatağan bölgesindeki Dipsiz yeraltı suları da Yatağan termik santraline aynı amaçla tahsis edilmiştir. Akbelen'de Bodrum bölgesini besleyen su havzasının üzerindeki orman Yeniköy termik santraline kömür sağlamak için yok edilmiştir. Bodrum ve Milas bölgesinde yaşan susuzluk iklim krizine bağlanırken yaşam hakkı olan su yaşam düşmanı termik santrallere tirbünlerini soğutsun diye tahsis edilebilmektedir.
1993 yılında henüz bu santraller özelleştirilmeden önce köylülerin açtığı dava sonucunda Aydın İdare Mahkemesi Kemerköy, Yeniköy ve Yağan termik santralleri hakkında yaşam alanlarına zarar verdiği için kapatma kararı vermiş, Danıştay kararı onaylamış ancak zamanın hükümeti Bakanlar Kurulu kararı ile mahkeme kararını tanımadığını ilan edebilmiştir. Bunun üzerine davacıların başvurduğu AIHM de 2005 yılında yerel mahkemelerin verdiği kapatma kararını onaylamıştır. Tüm bunlar ne yazık ki Anayasasında hukuk devleti yazan ülkemizde gerçekleşmektedir. Hükümet yetkilileri mahkeme kararlarını tanımadıklarını ilan edebilmekte ve bu hukuksuzluk yaklaşık 30 yıldır sonraki hükümetler tarafından sürdürülebilmektedir. MSİ üyesi yurttaşlar ve sivil toplum örgütleri olarak bir yıl önce bu hukuksuzluğa da dikkat çekerek yaşam hakkı olan suyun termik santrallere tahsisin iptalini talep ederek DSİ'ye dava açtık. Girişimlerimiz sonucunda bu davaya MUSKİ de yurttaşların yanında müdahil olmuştur.
Su dağıtım yetkisini elinde bulunduran devlet kurumları, mahkeme kararını uygulayarak iklim değişikliğinin ve susuzluğun en önde gelen sorumlularından olan termik santralleri kapatmak, su tahsislerini iptal ederek yaşam hakkını halka ve tüm canlılara iade etmek yerine su üzerinden yeni rant alanları oluşturmak için krizi fırsata dönüştürmek istemektedir. Maden, sanayi, enerji ve turizm şirketleri tarafından su havzalarına el konulması, kirletilmesi, yok edilmesi yüzünden su varlıkları hızla azalırken, temiz suya erişim gittikçe zorlaşmakta ve pahalanmaktadır. Muğla bölgesinde su havzalarını besleyen, koruyan ormanların %59'u için maden ruhsatı verilmiştir. Daha kıymetli hale gelen suyun tedariki için deniz suyunu tuzdan arındırmak, yeraltı sularını tamamen tüketecek düzeyde daha fazla kuyu açmak ya da başka havzalardan borularla su taşımak gibi projeler çözüm olarak sunulmaktadır. Kamu yararınaymış gibi sunulan tüm bu projeler, aslında ekosistemlere geri dönüşü olmayan yeni zararlar verecek, suyu daha fazla metalaştıracak geçici çözümlerdir. Bu projelerin işletmecileri zengin olurken halk daha fazla fatura ödeyecektir. Örneğin Bodrum bölgesinin su sorununu çözmek adına gündeme getirilen desalinasyon veya Sandras'tan Bodrum'a su taşıma projeleri tam da bu tür projelerdir.
Termik santrallerin ve onlara kömür sağlayan maden ocaklarının yaşam hakkı olan suyu yok etmesine, su havzalarını kirletmesine yargı kararına rağmen göz yummaya devam edilirken gelecekte bölge halkı suya erişmek için çok daha yüklü bedeller ödeyecek ve ekosistemler, biyolojik çeşitlilik daha hızlı yok olacak, iklim krizi daha da hızlanarak devam edecektir. Ne yazık ki susuz peyzaj uygulamaları da susuzluk sorununa çare olmayacaktır.
Mahkeme kararları uygulanarak termik santraller kapatılırken santrallerde ve kömür ocaklarında çalışanlara yaşam dostu iş imkanları sağlayan bir adil geçiş süreci bir an önce başlatılmalıdır. Ne yazık ki bu hukuksuzlukla mücadele etmek yalnızca halkın, sivil toplum örgütlerinin sırtına yüklenmiştir. Politikacıların, yerel yöneticilerin kömürlü termik santrallerden çıkış konusunda hiçbir somut adım attığını göremiyoruz.
Milas, Karacahisar-Suçıkan mevkiinde Yeniköy termik santraline kömür sağlamak için açılan maden ocaklarını su basmasın diye derin sondajlar yapılarak yerüstü sularının derinlere gönderilmesi sonucunda Hamzabey Deresi kurutulmuş, derenin yaşam verdiği 9 tane köyün suyu kömür için yok edilmiştir. Suçıkan'da artık su çıkmıyor.
Muğla bölgesinin en önemli su havzalarından olan ve Dalyan-Köyceğiz ÖÇK Bölgesini besleyen Sandras Dağı'nın yeraltı ve yerüstü suları gittikçe artan bir ticari kuşatma altına girmektedir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının hızla verdiği 'çed olumlu' kararları sonucunda Sandıras Dağı'nın su havzalarını koruyan ormanlar büyük bir tehdit altına girmiştir. Bir yandan su havzaları açılan maden ocakları tarafından hızla yok edilirken, giderek daha kıymetli hale gelen yeraltı suları şişelenerek satılmak üzere Valilik tarafından ihaleyle kiraya verilebilmektedir. Evlerimizde içilebilir kalitede suyun ücretsiz sağlanması yerine yeraltı suları şirketlere kiralanarak halk içilebilir suyu pet şişelerde satın almaya zorlanmaktadır.
Tarım amaçlı sulama için yapılan Akköprü Barajı özelleştirilmek istenmekte, Balcılar'da Namnam çayı üzerinde ormanları ve su havzasını tahrip edecek bir baraj planlanmakta, Dalaman-Kapıkargın sulak alanı Turizm Bölgesi ilan edilmekte, Bodrum ve Milas Bölgelerinde golf sahaları gibi aşırı su tüketen turizm tesisleri ve imar düzenlemeleri yapılmakta, Fethiye-Söğütlü'de köylülerin tarımsal sulamada kullandıkları suya el konularak bir HES şirketine tahsis edilmekte, Marmaris-Kızılbük'te Milli Park alanı içerisinde doğal yaşam yok edilerek, deniz doldurularak otel yapılabilmekte, Gökova Öçkb içerisindeki sulak alanı üzerinde Millet Bahçesi planlanabilmektedir. Milas - Güllük'te özelleştirilen kanalizasyon hizmetleri nedeni ile halk atık su için fahiş fiyatlar ödemek zorunda bırakılmaktadır.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu uygulamlar gelecek kuşakların ve tüm canlıların yaşam hakkı olan suya el koymakta, yok etmekte, gittikçe azalan temiz suyu daha fazla rant elde etmenin aracına dönüştürmekte, halkının talepleri, uyarıları, itirazları dikkate alınmamaktadır.
Muğla Su İnisiyatifi olarak 'Su yaşam hakkıdır, ticarileştirilemez' diyoruz ve tüm Muğla halkını bu konuda politik olmaya, yaşam hakkını birlikte daha güçlü savunmaya davet ediyoruz.
kaynak: https://muglasuinisiyatifi.blogspot.com/