Son dönemde bazı muhalif çevreler tarafından dile getirilen 'Sine-i Millet' çağrısı, siyasetin gidişatını belirleme potansiyeline sahip bir strateji olarak ortaya atılmışsa da, derinlemesine bakıldığında ciddi riskler barındıran bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle demokratik mücadele açısından bakıldığında, bu yöntemin siyasi ve hukuki yönlerden işlevselliği tartışmalıdır.
Sine-i millet çağrısının temelinde yatan düşünce, milletvekillerinin toplu olarak istifa ederek Meclis’ten çekilmesi ve bu yolla sistem üzerinde bir baskı unsuru yaratılmasıdır. Ancak bu çağrının, özellikle AKP'nin stratejik hesapları doğrultusunda ciddi bir tuzağa dönüşme riski taşımaktadır. Anayasanın 84. maddesi uyarınca milletvekilliğinin düşmesi için istifanın TBMM Genel Kurulu tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Bu da demektir ki, toplu istifalar doğrudan yeni bir seçime yol açmamakta, aksine Meclis çoğunluğunun insafına bırakılmaktadır. Meclis istifalarıı kabul etmediği takdirde, muhalefetin Meclis dışına itilmesiyle sonuçlanacak bir sürecin önüü açılmış olacaktır.
Bu noktada, Anayasa'nın 78. maddesi de dikkate alınmalıdır. Bu maddeye göre ara seçim yapılabilmesi için TBMM üye tam sayısının yüzde beşi oranında boşalma olması veya ara seçim kararı alınması gerekmektedir. Yani toplu istifa stratejisi, beklenenin aksine erken seçim getirmemekte ve yalnızca muhalefetin Meclis dışında kalmasına yol açmaktadır. Bu da AKP'nin siyasal stratejisini güçlendiren bir unsur olarak değerlendirilebilir. İktidarın, muhalefetin boşalttığı alanı hızlıca doldurması ve yasama faaliyetlerini kendi tekeline alması ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Benzer bir yaklaşım daha önce HDP milletvekilleri tarafından da dile getirilmiş ve sine-i millet seçeneği üzerinden tartışmalar yapılmıştı. Ancak o dönemde de benzer şekilde anayasal ve hukuki engeller öne çıkmış, bu stratejinin sonuçsuz kalacağı görülmüştü. HDP'nin geri adım atmasının arka planında, bu yöntemin iktidarın elini güçlendirecek bir strateji olduğu gerçeği yatmaktaydı.
Muhalefetin Meclis’ten çekilmesi, halkın iradesini yansıtan temsilcilerin siyaset sahnesinden çekilmesi anlamına gelir ki bu, siyasi boşluk ve iktidarın elini güçlendiren bir hamle olarak geri dönebilir. Böyle bir strateji, sadece halkın oy verdiği milletvekillerinin sahneden çekilmesiyle sonuçlanmakla kalmaz, aynı zamanda demokratik mücadelenin en önemli alanlarından biri olan Meclis’te muhalefetin yok olmasına yol açar. İktidarın tek başına karar alma gücünü artıran bu yaklaşım, muhalefeti siyaseten etkisiz hale getirme stratejisinin bir parçası olarak da yorumlanabilir.
Sine-i millet çağrısının arka planında yatan duygusal motivasyon ve tepkisellik, geniş kitleler üzerinde heyecan yaratabilir ancak demokratik mücadelenin soğukkanlılıkla ve stratejik akılla yürütülmesi gerektiği gerçeği göz ardı edilmemelidir. Demokrasi mücadelesi, yalnızca tepkisel çıkışlarla değil, yapıcı ve dirençli bir siyasi duruşla kazanılır. Muhalefetin Meclis’te kalarak, halkın iradesini savunmaya devam etmesi, yasal zeminde mücadeleyi sürdürmesi, uzun vadeli bir stratejinin temel taşı olmalıdır.
Ancak demokratik mücadelenin yalnızca Meclis çatısı altında değil, meşru sokak hareketleri ve kitlesel eylemlerle de desteklenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Halkın demokratik haklarını kullanarak meydanlara çıkması, barışçıl gösteriler düzenlemesi ve taleplerini güçlü bir şekilde dile getirmesi, iktidar baskısına karşı kolektif bir direnişin temel taşıdır. Sokağın sesi, meşruiyet zemini korunduğu sürece, demokratik mücadelenin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmeli ve baskıya karşı dayanışma ruhuyla hareket edilmelidir.
Sine’i millet çağrıları, kısa vadeli bir rahatlama hissi verse de, uzun vadede demokratik temsili zayıflatan ve muhalefeti pasifize eden bir tuzak olarak değerlendirilmelidir. Demokrasiye inanan herkes, siyasi provokasyonlara karşı uyanık olmalı ve halkın iradesini Meclis’te, yerel yönetimlerde ve gerektiğinde meşru kitlesel hareketlerle koruyarak demokratik mücadeleyi sürdürmelidir.