Günlerdir Türkiye ile birlikte bütün dünya Trump’ın AKP’li cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektubu konuşuyor.
Efendim neymiş mesele diplomatik teamülleri aşıyor nezaket kurallarına uymuyormuş. Mektubun ne diplomatik teemmüllere nede, nezaket kurallarına uymadığı ve utanç verici olduğu gerçeği inkar edilemez.
Ancak, ABD’li başkan Trump’ın AKP’li cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı küstahça, utanç verici mektubu yazarken, 14. Ağustos 2001’de ABD’nin desteğiyle Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde kurulan AKP’nin 03.11.2002’deki milletvekilliği genel seçimlerinde tek başına iktidar olarak çıktığı günden bir gün sonra. Erdoğan’ın ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz’e yazdığı mektuptan cesaret almış olabilir mi? Konuya bir de bu yönde bakmak lazım diye düşünüyorum.
Nasıl mı?
Anlatayım,
Yıl 1999,
Abdullah Öcalan Kenya’da yakalanarak MİT’e teslim edilir. Ve ardından paketlenerek Türkiye’ye getirilir. Hatta o dönem 56. koalisyon hükümetinin lideri Başbakan Bülent Ecevit “bu adamı neden bize teslim ettiler anlayamadım” diye yakın çevresine sorar.
Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin ardındaki gerçek ise ABD’nin koalisyon hükümeti devam ederken milliyetçi oyların yükselişe geçmesi…
Bu durum ABD’yi derinden endişelendirmişti. Dolayısıyla yaklaşan 18. 04. 1999’da yapılacak olan genel seçimlerinde MHP’nin birinci parti olarak çıkması Büyük Ortadoğu Projesinin Türkiye kısmının devreye girmesi sekteye uğrayacaktı. Çünkü MHP’nin milliyetçi politikası ile Büyük Ortadoğu Projesi Politikası o dönem örtüşmüyordu.
ABD bu sebeple terör örgütü lideri Öcalan’ı paketleyip Türkiye’ye teslim ederek bir taşla birkaç kuş vurmayı hesaplamıştı. Bu vesileyle 56. Hükümetin devamını sağlayacak, MHP’nin önünü keserek aynı zamanda lideri tutuklanan terör örgütü PKK’yı kontrolüne alarak daha fazla kullanacaktı. Dediğini de yaptı. MHP’nin oylarındaki yükseliş durdu. PKK konusuna gelince de halen kullanmakta, en son olarak Suriye’de PKK’lı teröristler ABD üniformasını giyerek terör eylemlerine devam ettiler.
Öcalan’ın 15. 02. 1999’da yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi kuşkusuz ülkede büyük bir sevince neden olmuştu.
Bu sevincin 18.04.1999’da yapılan milletvekilliği genel seçimlerine yansımasıyla DSP %22, MHP %17, FP %15, ANAP %12, DYP %12 oranın da oy almasına neden olmuştu.
DSP, ANAP ve MHP 57. Hükümeti kurdular. Ancak ABD DSP lideri Bülent Ecevit konusunda yanıldığını çok kısa bir sürede yağmurdan kaçarken doluya tutularak anlamıştı.
Çünkü Bülent Ecevit ABD’nin Irak işgaline karşı çıkmış ve Türkiye topraklarının kullanılmasına izin vermeyerek müdahale etmişti.
ABD 57. Hükümetin başında bulunan Bülent Ecevit’e isteklerini yaptıramayacağını anlayınca çareyi koalisyon hükümetini yıkmakta bulmuştu.
Dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in MGK toplantısında Başbakan Bülent Ecevit ile arasındaki çıkan tartışma sonrası Sezerin Anayasa kitapçığını Ecevit’ e fırlatması sonucu başlayan ekonomik krizin büyümesiyle 7. 6 milyar doların ülkeden çıkmasına neden olmuştu.
Ülkede 7. 6 milyar doların biranda çıkmasıyla başlayan ekonomik krizin ardından Dünya Bankası Başkan yardımcısı olan Kemal Derviş koalisyon hükümeti tarafından ülkeye çağrıldı. Ve kendisine koalisyon hükümeti tarafından Hazine Müsteşarlığı, Merkez Bankası, Bankacılık düzenleme ve denetleme Kurulu gibi birçok önemli sorumluluklar ve görevler verildi.
Koalisyon Hükümetinin büyük yetkilerle donattığı Kemal Derviş sürekli Ecevit ve Bahçeli’yle sürtüşmesinden kaynaklanan kavgaları medya ve kamuoyuna da yansımıştı.
Ülkedeki ekonomik krizin devam etmesiyle birlikte koalisyon hükümeti içerisindeki huzursuzluğun giderek artmasının ardından ABD Koalisyon içerisindeki işbirlikçilerini de devreye sokarak 57. Hükümeti yıkmak için düğmeye bastı. İlk olarak DSP’nin ağır toplarından Hüsamettin Özkan ve İsmail Cem yeni bir parti kurmak için partilerinden istifa ettiler…
Sonrası malum Bahçelinin erken seçim çıkışıyla 57. Hükümet 03.11.2002’de seçim kararı aldı.
03.11.2002’deki genel seçime girecek partiler arasında ABD’nin desteğiyle kurulan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP %34.43 oy oranıyla tek başına iktidar oldu.
İşte o günden sonra ABD ve Türkiye arasında yeni bir dönem başladı…
Erdoğan, iktidara gelmesinin ardından bir gün sonra ABD savunma Bakan vekili Paul Wolfowitz’e bir mektup yazarak dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün seçim sonuçlarından rahatsız olduğunu belirterek şunları yazar:
ERDOĞAN’IN PAUL WOLFOWİTZ’E MEKTUBU
“Dr. Paul Wolfwitz, Savunma Bakan Vekili, Değerli Dr. Wolfowitz, Ülkelerimiz arasındaki tarihsel ortaklık ve dostluğun gelecekte de sürmesi ümidimi paylaşmak için, bu mesajımı ortak dostlar aracılığıyla doğrudan size ulaştırmak isterim.
Seçim sonuçlarının bizim Genelkurmay saflarında biraz rahatsızlık yaratmış olabileceğinden, resmî konumunuz gereği, hiç kuşkusuz haberdarsınızdır. Bilmenizi isterim ki, onların müreffeh, seküler(çağdaş) ve birinci dünya topluluğunun güvenilir bir üyesi olması ümitlerini partim ve ben de paylaşıyoruz. Ve geçmişte hiç olmadığı kadar birleşmiş olan ülkemizin çıkarları için en iyi olacak şekilde birlikte çalışabileceğimiz kanaatindeyim.
Bu amaçla, Org. Özkök ile mümkün olduğu kadar kısa sürede mahrem, özel bir toplantı yapabilmeyi ümit ediyorum. Özel cep numaram şudur: 0533 7… Bu yardım ve ülkemize geçmişte gösterdiğiniz dostluk için çok teşekkürler. Sizinle kişisel olarak görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Recep Tayyip Erdoğan Genel Başkan”
Şimdi şöyle etrafa dünyaya bir bakalım nerede görülmüş bir ülkenin lideri kendi Genelkurmay Başkanıyla görüşmek için yabancı bir ülkenin savunma bakan yardımcısından yardım istediği neyse bu başlı başına ayrı bir vaka.
Biz gelelim ABD Başkanı Trump’un Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı küstah mektuba. Yukarıda da bahsettiğim gibi dış bir ülkenin desteğiyle kurulan bir partinin liderliğini yaparsanız. Bu da yetmiyormuş gibi birde iktidar olduğunuzda kendi ülkenin genelkurmay başkanıyla görüşmek için bile o yabancı ülkenin savunma bakan yardımcısına mektup yazarak yardım isterseniz tabi ki de o ülkenin yetkilileri ve başkanı sizi kendi memuru gibi görür. Sonrada o ülke istek ve çıkarlarına örtüşmeyen bir eylem ve davranışta bulunduğunuzda sizi gerek mektup yoluyla, gerek başka yollarla itibarsızlaştırmak amacıyla azarlayacaktır. Bu durumda başka bir şey beklemek biraz fazlaca iyimserlik olur diye düşünüyorum.
TRUMP’UN CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A YAZDIĞI MEKTUP:
Sayın Cumhurbaşkanı;
Hadi iyi bir anlaşma yapmaya çalışalım. Siz binlerce kişinin öldürülmesinin sorumlusu olmak istemezsiniz, ben de Türk ekonomisini yok etmek istemem, ki yaparım. Yapabileceklerimin küçük bir örneğini Rahip Brunson konusunda zaten size göstermiştim.
Sizin sorunlarınızı çözmek için çok çalışıyorum. Dünyayı hayal kırıklığına uğratmayın. İyi bir anlaşma yapabilirsiniz. General Mazlum (Şahin Cilo adlı PKK’lı) sizinle müzakere etmek istiyor, geçmişte yapamayacağı pek çok tavizi vermeye razı. Yeni elime geçen, bana hitaben yazdığı mektubu ekte size gönderiyorum.
Eğer bunu doğru ve insani şekilde yapabilirseniz, tarih size olumlu bakacaktır. Eğer iyi şeyler olmaz ise sizi sonsuza kadar şeytan olarak görecektir. Katı bir adam olmayın. Budala olmayın.
Sizi daha sonra arayacağım.
Saygılarımla,
Donald Trump