• Nevavprestij
ÇEVRE -YAŞAMHaber Girişi : 10 Temmuz 2021 10:39

Turgut Özal’ın iki bürokratının Okluk Koyu üzüntüsü

Turgut Özal’ın iki bürokratının Okluk Koyu üzüntüsü
Turgut Özal döneminde Okluk Koyu'ndaki "minik evi", "Yazlık Saray'a" dönüşmesinin üzüntüsünü yaşayan iki eski bürokrat, siyasetin ve Türk basınının iki önemli ismi Can Pulak ve Engin Güner gelinen noktaya tepkilerini yazılarıyla gösterdi...

Haber Merkezi -  Turgut Özal döneminde Okluk Koyu'ndaki "minik evi", "Yazlık Saray'a" dönüşmesinin üzüntüsünü yaşayan iki eski bürokrat, siyasetin ve Türk basınının iki önemli ismi Can Pulak ve Engin Güner gelinen noktaya tepkilerini yazılarıyla gösterdi...

 

www.muhalif.com.tr'da  yer alan habere göre, Gazeteci Can Pulak ve Fox TV Yönetim Kurulu Başkanı Engin Güner… Bu iki ismin hayatlarının kesişti yer ise Eski Başbakan ve 8. Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal’ın en yakınındaki isimlerden olmaları. Pulak 10 yıl boyunca Özal’ın yanındaydı ve bir dönem Basın Müşavirliğini üstlendi. Güner ise önce Başdanışmanlık sonrasında ise Özel Kalem Müdürlüğü görevlerini yürüttü. Her ikisi de Özal’ın “Beyin Takımı”nda yer aldı… Türk siyasi ve basın tarihinde iz bırakan bu iki ismin şimdilerde bir hayli dertli oldukları nokta ise Turizm Cenneti olarak bilinen Okluk Koyu ve Muğla’nın Bodrum ve Milas kıyılarının hoyratça yok edilmesi… Engin Güner, bakın Okluk Koyu hakkında neler yazmış?

 

OKLUK KOYU

 

“Yazlık Saray beni merhum CB Turgut Özal dönemine götürdü. Yıkılan ev nohut 3 oda, bakla salon konseptinde son derece mütevazı bir evdi. Zamanın çoğu salon ve önündeki küçük terasta geçirilirdi. Terasın üstü iyi bir malzeme ile kaplanmadığından bayağı sıcak olurdu. Çevre ve doğa harikaydı. Özal ülkesinin bu güzelliği ile övünürdü. Sadece Okluk’un değil özellikle tüm kıyıların korunması, bu konudaki danışmanı Can Pulak’a emanetti. Can, başta Okluk olmak üzere kıyıları denetler, değil bir tek bina yapmak, çivi çaktırmazdı.  

 

ÜTÜ ODASINDAKİ ÖZEL KALEM MÜDÜRÜ!

 

Bazen yüzlerce danışmanın, bakanlık veya müsteşarlığın yapamadığını tek bir kişi yapabilir. Asıl mesele bunu samimiyetle istemektir. Ben Özal’ın Başdanışmanı ve Özel Kalem Müdürü idim. Bu mütevazı evdeki ütü odasını aynı zamanda ofis yapmıştım.  Önemli konuklara yemek salonda ikram edilir, genelde somon yenirdi. O zaman ülkemizde somon üretimi yeni başlamıştı ve Özal bir video koyar, somonun nasıl yetiştirildiğini önemli yabancı konuklara gösterirdi.  Gelen önemli konuklar arasında Başbakanımız ve Bakanlarımız dışında Aliya İzzetbegoviç, BM Genel Sekreteri Perez de Cuellar, Kenen Evren, Rauf Denktaş, Faisal El Türki gibi isimler bulunmaktaydı. Toplantılar deniz kenarında basit bir masada yapılırdı. O zaman yüzlerce danışman yoktu. Kadro parmakla sayılacak kadardı. Aslında yüzlerce danışmana değil doğruları söyleyebilecek danışmanlara ihtiyaç vardır.  Başyaver, ben ve bir iki diğer arkadaş karavanlarda kalırdık. Özal her gün bir koydan diğerine yüzer vatandaşlarla sohbet ederdi. Kendisini teknelere davet ederler, onlarla çay içer, sonra yüzerek saatler sonra Okluk’a geri gelirdi. Demokrasi tarihimizin yakın bir tanığı olarak o günleri çok özlüyorum, Turgut Özal başta ebediyete intikal eden merhum arkadaşlarımız Nabi Şensoy, Metin Yalman ve Kaya Toperi’yi büyük özlem ve rahmetle anıyorum…”

 

CAN PULAK’TAN AĞABEY NASİHATLERİ

 

Rahmetli Özal’ın 10 yılını birlikte geçirdiği Can Pulak ise “Kıyıkışlacık-Akyaka-Sandras-Bodrum ve Ötesi” başlıklı makalesinde bakın nasıl uyarıyor yetkilileri? "Çevrede neler oluyor, bölgede sorun ve problemlerde artış var mı? Şöyle bir dolaşıp, gözlemlerimi yazmak istedim. Aslında iyi haberler de var, canımızı sıkacak derecede kötüleri de. Bodrum’un durumu malum. 1 milyon insan yarımadada imkansızlıklar içinde ve üst üste yaşıyor. Trafik felaket, yolların çoğu bozuk, üstelik çok ciddi bir su sıkıntısı mevcut. Tüm bu olumsuz şartlara rağmen, tatilciler akın akın gelmeye devam ediyorlar Bodrum’a. Şikayetlere, homurdanmalara, söylenmelere kulak asmayın. Gelenler memnun ki hallerinden, hayatın ve tatilin tadını çıkarmak için yarışıyorlar adeta. İnanılır gibi değil, kiralar uçmuş vaziyette. Tatilcilere aylık 25-30 bin, sezonluk ise 150-200 bin liraya ev bulmakta zorlanıyor millet. Hayat, çarşı, pazar öylesine pahalı ki, ülkenin genel ve gerçek enflasyon rakamını üçle çarpmak lazım Bodrum’da. Yetkililer hizmetleri aksatmadan sürdürmek için canlarını dişlerine takıyorlar. Resmî kurumlar, belediye, polis, jandarma yeterince değil ama iyice takviye edildi. Yasaklar kalkınca daha bir rahatladı yaşam. Geçen yıl kadar olmasa bile, özellikle sahil restoranları dolmaya başladı. Deniz balığı yine kolay bulunmuyor. Üstelik Eylül’e kadar profesyonel balık avlanma yasağı var. O nedenle genelde üretim balıkları sofraları süslemeye başladı. Ama illa da deniz balığı yiyeceğim diyenler, Güvercinlik, Bargilya, Güllük ve Kıyıkışlacık’a gidiyorlar. Kıyıkışlacık dedim de akıl almaz bir kararla burayı da rezil edeceğiz. Sadece orayı değil, Mandalya (Güllük) körfezini de. Kıyıkışlacık ülkenin, bölgenin ve Milas’ın harika ve mutlaka korunması gereken bir değeri. Çok kıymetli bir tarihi ve görsel bir alan. İşte buraya gemi limanı yapacaklar. Bir liman yetmemiş olacak ki, şimdi ikincisini yapmaya kalkışıyorlar. Yahu kim alıyor bu kararları, neden ve niçin tarihi, doğayı ve körfezi mahvedecek kararlarla milleti huzursuz ediyorlar? Elimde imkân olsa, mevcut limanı da kapatır, ortalığı toza dumana bulayan madenlerin gemilerle değil, kamyonlarla taşınmasını sağlardım. Mandalya Körfezi, Güllük deyip geçmeyin, dünyanın en kıymetli yerlerinden biridir oraları. Dalyanları vardır, doğal balık üretim merkezleridir. Balıklar milyarlarca yumurtalarını buraya bırakırlar. Su altı canlılarının hazinesidir orası. Mersin’den daha iyi karides yetişir Mandalya’da. Kıyıkışlacık (İasos)antik bir kenttir. Ayrıca Unesco kültür mirasında da yer alıyor. Milattan önce 3000 yılına (yani orta tunç çağına) kadar giden bir tarihi var. Burası Roma dönemine ait anıt mezarlara, su kemerlerine, tapınaklara, sunak taşlarına, surlara ve tiyatroya sahip muhteşem bir tarihi alan. İlk kadın Valimiz Lale Aytaman zamanında yapılan bir Açıkhava müzesi de var İasos’un. Eğer bölge bilinçsizce bozulmazsa, yeni liman hevesleriyle bu tarihi ve görsel değerlerimiz perişan edilmezse, İasos ve Kıyıkışlacık yakın bir gelecekte çok önemli bir turizm merkezi olacak ve milyonlarca turisti ağırlayacak.       Bu çok kötü haberin arkasından bir de iyi haber vereyim sizlere. Mavi yolculuğun Başkent’i Bodrum’un denizi, koyları tertemiz, deniz salyasının (müsilaj) zerresi yok bölgede. Pırıl pırıl suyun yine dibi görünüyor. 25-30 metredeki taşlar yine kolayca seçiliyor teknelerden. Kisebükü’ne kadar taradım her yeri. Şimdilik herhangi bir hareket yok. Turizm Bakanı da henüz kazma vurmaya cesaret edememiş tahsis alanındaki otel yerine. Ama burası Bodrum, her an her şey olabilir. Onun için gözümüzü dört açmalı, oralarda gezinen denizcilerden mutlaka istihbarat almalıyız. Mazı ve Çökertme’deki yeni yapılaşmalar dikkati çekiyor. Buraları da devamlı kontrol altında tutulmalı. Çökertme’de çıkan feci yangından ders almalıyız. Ormanlarda gelişigüzel kurulan tatil çadırlarına ve karavanlara mutlaka dikkat etmeli, aklına esen ormanın dilediği yerinde kamp kuramamalı, Orman Teşkilatı bunun için bölgede kontrollü birkaç yer oluşturmalıdır.      

 

Şimdi gidelim Akyaka’ya... Hani Sakartepe’den inerken, aşağıda doğal akvaryum değerinde Kadın Azmağı deresi var ya, işte orayı da bozuyor, değerini düşürüyor ve yok etmeye doğru gidiyoruz. Buraları Özel Çevre Koruma bölgesine aldığımda, tahribatını önemli ölçüde önlemiştim. Ama şimdi gel gör ki, işletmelerin kıyı alanını gelişigüzel ve sorumsuzca doldurmaları nedeniyle Kadın Azmağı ciddi biçimde tehdit altına girmiş. Derede gezinen kaz ve ördekler karaya ulaşmakta zorlanıyorlar, su samurlarının nesli kuruyor artık. Buraları tam manasıyla sahipsiz kalmış gibi. O derenin dibindeki yeşilliklerden salata yapılırdı eskiden. Şimdi dere iyice kirlenmeye yüz tutmuş. Ayrıca Akyaka’daki deniz araçlarıyla trafiğine de bir düzenleme getirmek lazım. Onca tekneyi kaldırır mı Akyaka? Güzellikleri bozmakta öylesine mahir bir ülkeyiz ki…      Buralara kadar inmişken Karacasöğüt’e, Okluk’a, İngiliz Limanı’na da uğrasam mı dedim ama gönlüme kabul ettiremedim. Onca doğa tahribatından sonra, devlete masrafsız kazandırdığım çok mütevazı 120 metrekarelik Cumhurbaşkanlığı evinin yıktırılıp, yerine köşkler ve koca binalar yapıldıktan sonra, hele hele muazzam bir orman katliamıyla çevreye çok büyük zarar verildikten sonra, oraları tekrar görüp üzülmek istemedim. Ayrıca sırf her gün bakıp üzüntüm depreşmesin diye,45 yıldır oturduğum aynı yerdeki köy evimi bile satıp çıktıktan sonra…    


  Bari Köyceğiz’in tepelerindeki Sandras Dağı’na bir uzanayım, bir göz atayım dedim. Meğer oranın da derdi çok büyükmüş. Zaten Türkiye’nin dertsiz, sorunsuz yeri kalmadı gibi bir şey… Sandras Dağı karaçam ve sığla ağaçlarıyla kaplı, 2295 metredeki zirvesinde yazları bile kar olan, endemik bitki cenneti sayılan çok zengin bir floraya sahip. Bu yüzden Uluslararası Koruma Örgütü tarafından dünyanın 35 eşsiz doğal alanından biri olarak ilan edilmiş. Arkasında meşhur Kaplan Gölü var. Ayrıca dağın güneyinde Kapızbaşı (İspirli) gibi harika ve vahşi güzelliğe sahip bir kanyonu da mevcut. Türkiye’nin Rize’den sonra en çok yağış alan bu dağı, çok verimli su ve içme suyu kaynaklarıyla dolu, ki böyle bir zenginlik çok yerde yok. İşte böylesine değerli bir yeri biz maden ocaklarıyla rezil etmişiz. Bununla da yetinmemişiz ki mevcut 12 maden sahasının alanını şimdi daha da genişletmeye çalışıyoruz. Halk ayağa kalkmış, engellemeye uğraşıyor ama (ÇED raporu gerekli değildir) fetvasıyla rant yine inatla doğanın canına okuyor.       Yazık ediyoruz memlekete. Su kaynaklarımızı tahrip ediyoruz. Endemik bitkilerimizin kökünü kurutuyoruz. Toprak örtüsünü sıyırıyoruz. Yaban hayatı bitiriyoruz. Bu ne vahşi bir istila, bu ne korkunç bir rant iştahı, bu ne bitmez tükenmez bir doğa katliamı? Çekin artık ellerinizi doğal güzelliklerden, doğal kaynaklardan, doğal zenginliklerden. Durun artık, yetti artık, sabrımızı iyice taşırıyorsunuz. Doğa katilleri Sandra Dağı’ndan hemen çekilsin..."